10 Ocak 2014 Cuma

III

Mülberger, ayrıca, onun şu "önemli" sözlerini, "alkışlanan yüzyılımızın tüm kültürü için büyük kentlerde yaşayan nüfusun %90 ya da fazlasının benim diyebilecekleri bir yere sahip olmamalarından daha korkunç bir olay olamaz." sözlerini, gerici bir feryat olarak nitelememden dolayı yakınıyor. 

Gerçekten de. Eğer Mülberger, iddia ettiği üzere, "zamanımızın korkuları"nı tanımlamakla yetinseydi, "o ve onun mütevazi sözleri" hakkında kuşkusuz bir tek kötü söz söylemezdim. Oysa, aslında, oldukça farklı bir şey yapmıştır. Bu "korkular"ı, işçilerin "benim diyebilecekleri bir yere sahip olmamaları" gerçeğinin bir sonucu olarak tanımlamaktadır. Bir insan, ister işçiler evlerinin mülkiyetini kaybettikleri için "zamanımızın korkuları" diye kederlensin, ya da ister, yunkerlerin yaptığı gibi feodalizm ve loncalar ortadan kalktıkları için kederlensin, her iki durumda da, bundan, gerici bir feryattan başka bir şey, tarihsel gerekliliğin kaçınılmaz gelişine yapılan bir ağıttan başka bir şey çıkmaz. Bu feryadın gerici niteliği tamamen Mülberger'in işçilerin müstakil ev mülkiyetini yeniden tesis etme arzusuna — tarih bu konuda çok önceden son sözünü söylemiştir; işçilerin kurtuluşu için herkesi tekrar kendi evinin sahibi yapmaktan başka yol olmadığına inanabilmesine dayanmaktadır. 

"En çok üzerinde durarak açıklıyorum ki, gerçek mücadele kapitalist üretim tarzına karşı verilmelidir, ancak onun değiştirilmesiyle konut koşullarında bir düzelme umulabilir. Engels, bütün bunları görmemektedir. ... Kiralanmış konutun ortadan kaldırılması aşamasına varabilmek için toplumsal sorunun tümüyle çözümünü öngörmekteyim." 

Ne yazık ki, şimdi bile bütün bunları göremiyorum. Adını hiç duymadığım birisinin beyninin gizli girintilerinde neleri öngördüğünü bilmeme kuşkusuz olanak yoktur. Yapabileceğim tek şey, Mülberger'in yayınlanmış makalelerine bağlı kalmaktı. Ve bunlardan bugün bile (yeni basımın 15. ve 16. Sayfaları[248]) Mülberger'in kiralanmış konutun ortadan kalkması aşamasına varabilmek için öngördüğü tek şeyin — kiralanmış konut olduğunu anlamaktayım. Sadece 17. sayfada "sermayenin üretkenliğini boynuzlarından" yakalıyor ki, bu konuya daha sonra değineceğiz. Verdiği yanıtta bile şöyle diyerek bunu doğrulamaktadır: 

"Bu daha çok, mevcut koşullardan, konut sorununda tam bir dönüşümün nasıl sağlanabileceğini göstermek sorunudur." 

Mevcut koşullardan ya da kapitalist üretim tarzının değiştirilmesinden (siz, bunu, ortadan kaldırma diye okuyunuz) birbirlerinden 180 derece farklı şeylerdir. 

Herr Dollfus ve diğer imalatçıların, işçilerin kendi evlerine sahip olmalarına yardım etmek için gösterdiklerl hayırsever çabaları, onun prudoncu tasarılarının mümkün olan tek pratik uygulaması olarak görmemden dolayı Mülberger'in yakınmasına şaşmamak gerek. Proudhon'un toplumun kurtuluşu planının, tümüyle burjuva toplumunu temel alan bir fantazi olduğunun farkına varsaydı, doğal olarak, buna inanmazdı. Hiç bir zaman onun iyi niyetini kuşkuyla karşılamadım. Ama öyleyse neden Viyana Belediye Meclisine Dollfus'un tasarılarını öykünmeyi öneren Dr. Reschauer'i övmektedir? 

Mülberger ardından şunları ileri sürmektedir: 

"Özellikle kent ile kır arasındaki karşıtlık sözkonusu olduğunda, onu ortadan kaldırmak ütopiktir. Bu karşıtlık doğaldır ya da daha doğrusu, tarihsel olarak ortaya çıkmıştır. ... Sorun bu karşıtlığı ortadan kaldırmak değil, onun zararsız hatta gerçekten verimli hale gelebileceği politik ve toplumsal şekilleri bulmaktır. Bu yolla ayarlamayı, çıkarların kerteli bir dengelenmesini ummak mümkün olacaktır." 

Bu yüzden, kent ile kır arasındaki karşıtlığın ortadan kaldırılması ütopiktir, çünkü bu doğal bir karşıtlıktır, ya da daha doğrusu, tarihsel olarak ortaya çıkan bir karşıtlıktır. Aynı mantığı modern toplumun diğer karşıtlıklarına uygulayalım ve nereye vardığımızı görelim. Örneğin: 

"Özellikle 'kapitalistler ile ücretli işçiler' arasındaki karşıtlık sözkonusu olduğunda onu ortadan kaldırmak istemek ütopiktir. Bu karşıtlık, doğaldır, ya da daha doğrusu, tarihsel olarak ortaya çıkmıştır. Sorun, bu karşıtlığı ortadan kaldırmak değil, onun zararsız, hatta gerçekten verimli hale gelebileceği siyasal ve toplumsal şekilleri bulmaktır. Bu yolla barışçı bir ayarlamayı, çıkarların kerteli bir dengelenmesini ummak mümkün olacaktır." 

Ve bununla bir kez daha Schulze-Delitzsch'e ulaşmış olduk. 

Kent ile kır arasında karşıtlığın ortadan kaldırılması, kapitalistler ile ücretli işçiler arasındaki karşıtlığın ortadan kaldırılmasından ne daha fazla, ne de daha az ütopiktir. Bu, günden güne, hem sınai hem de tarımsal üretimin gittikçe artan bir pratik istemi haline gelmektedir. Hiç kimse, bunu, insanın topraktan aldığını geri vereceğini her zaman ilk talep olarak öne sürdüğü, ve sadece kentlerin ve özellikle büyük kentlerin varlığının bunun önleyeceğini tanıtladığı tarım kimyası konusundaki yazılarında, Liebig kadar şevkle talep etmemiştir. İnsan sadece Londra'da bütün Saksonya kralının ürettiği gübre miktarından daha fazlasının her gün ne büyük harcamalarla denize döküldüğünü ve bu gübrenin tüm Londra'yı zehirlemesini önlemek için ne muazzam yapıların gerekli olduğunu gözlediğinde, kent ile kır arasındaki ayrımın ortadan kaldırılması yolundaki ütopik öneri önemli bir pratik gerekçe kazanmış olur. Ve Londra'ya oranla daha az önemli olan Berlin bile, en az 30 yıldır kendi pisliğinin kötü kokuları içinde boğulmaktadır. Öte yandan Proudhon gibi, günümüzdeki burjuva toplumu yüceltirken köylüleri bulunduğu durumda tutmak istemek tamamen ütopiktir. Ancak bütün ülkedeki nüfusun mümkün olduğu kadar eşit dağılımı, ancak sınai ve tarımsal üretim arasındaki yakın bir bağıntı ile birlikte, böylelikle gerekli hale gelmiş, iletişim araçlarının genişlemesi —kapitalist üretim tarzının ortadan kaldırılması kaydıyla— kırsal nüfusu, binlerce yıldır hemen hemen değişmeden, içinde bir bitki gibi yaşadığı yalnızlık ve uyuşukluktan kurtarabilecektir. Ütopik olmak, insanlığın tarihsel geçmişinin şekillendirdiği zincirlerden kurtuluşunun ancak kent ve kır arasındaki karşıtlık ortadan kaldırıldıktan sonra tamamlanacağını savunmak değildir; ütopya, ancak, kişi, "mevcut koşullardan", günümüz toplumunun bu ya da herhangi bir diğer karşıtlığının çözümleniş biçimini belirlemeye cüret ettiği zaman başlar. Ve, konut sorununun çözümü için prudoncu formülü benimseyerek Mülberger'in yaptığı da budur. 

Mülberger, ardından onu "Proudhon'un sermaye ve faiz ile ilgili korkunç fikirleri"nden bir dereceye kadar ortak sorumlusu addettiğimden dolayı yakınmakta ve şunu ileri sürmektedir:

"Üretim ilişkilerinin değişmesini gerçekleşmiş bir olgu olarak varsayıyorum ve faiz haddini düzenleyen geçiş yasası, üretim ilişkileri ile değil, toplumsal devredilişle dolaşım ilişkileri ile uğraşmaktadır. ... Üretim ilişkilerinin değiştirilmesi, ya da Alman ekolünün daha açıkça söylediği gibi, kapitalist üretim tarzının ortadan kaldırılması kuşkusuz Engels'in bana söyletmeye çalıştığı gibi, faizi ortadan kaldıran bir geçiş yasasının değil, bütün iş araçlarına gerçekten elkonması, sanayie bütün olarak işçi sınıfı tarafından elkonmasının sonucudur. O durumda işçi sınıfının anında kamulaştırmadan daha önce geri satınalmaya hürmet edip etmemesi (!) Engels'in ya da benim kararıma kalmış bir şey değildir." 

Şaşkınlıkla gözlerimi oğuşturuyorum. Kiralanmış konutların satınalınmasının "bütün iş araçlarına gerçekten elkonması, sanayie bütün olarak emekçi halk tarafından elkonması"nı gerçekleştirilmiş bir olgu olarak varsaydığını söylediği pasajı bulmak için Mülberger'in yazısını baştan sona bir kez daha okuyorum, ama böyle bir pasaj bulamıyorum. Böyle bir yer yok. Hiç bir yerde "gerçekten elkonmasından" vb. bahis yok, ama sayfa 17'de şu sözler yer alıyor: 

"Şimdi sermayenin üretkenliğinin, örneğin bütün sermayeler üzerindeki faizi yüzde-bir ile sabitleştiren, ancak dikkatinizi çekerim, bu faiz haddini giderek sıfır noktasına yaklaştırma eğilimi olan bir geçici yasa ile ergeç olacağı gibi boynuzlarından yakalandığını varsayalım, öyle ki, sonuç olarak sermayenin devri için gerekli olan emekten fazla hiç bir şey ödenmeyecektir." 

Dolayısıyla burada, açık sözcüklerle, Mülberger'in en son fikir değişikliğine oldukça karşıt bir şekilde sermayenin üretkenliğinin, ki bu karmaşık deyimle kapitalist üretim tarzını kastettiğini itiraf etmektedir, faizi ortadan kaldıran bir yasa ile gerçekten "boynuzlarından yakalandığı", ve tam olarak böyle bir yasa sonucu "kiralanmış konutların geri satınalınmasının genel olarak sermayenin üretkenliğinin ortadan kaldırılmasının zorunlu bir sonucu" olduğu söylenmektedir. Şimdi Mülberger, hiç de değil demektedir. O geçiş yasası "üretim ilişkileri ile değil, dolaşım ilişkileri ile ilgilidir". Gœthe'nin diyeceği gibi "aptallar kadar akıllılar için de aynı ölçüde esrarengiz"[29*] olan bu kaba çelişki karşısında, benim yapabileceğim tek şey, birinin basılmasına neden olduğu şeyi diğerinin haklı olarak "ona söyletmiş olmamdan" yakındığı birbirinden farklı ve birbirinden ayrı iki Mülberger ile uğraştığımı varsaymaktır. 

Gerçek elkoyma durumunda çalışan insanların "anında kamulaştırmadan önce geri satınalmaya hürmet" edip etmeyeceklerini ne bana, ne de Mülberger'e sormayacakları kesinlikle doğrudur. En büyük olasılıkla "hürmet" etmemeyi yeğleyeceklerdir. Ancak sorun emekçi halk tarafından bütün iş araçlarına gerçekten elkonmasında değil, yalnızca Mülberger'in (s. 17'deki) "konut sorununun çözümünün tüm kapsamı geri satınalma sözcüğünde özetlenmiştir" yolundaki iddiasındadır. Eğer şimdi bu geri satınalmanın son derece kuşkulu olduğunu ileri sürüyorsa, hem ikimize, hem de okurlarımıza bütün bu gereksiz zahmeti vermenin ne gereği vardı? 

Ayrıca, bütün iş araçlarına "gerçekten elkonması", sanayie bütün olarak emekçi halk tarafından elkonmasının prudoncu "geri satınalmanın" tam karşıtı olduğunu da belirtmek gerekir. İkincisine göre, her işçi, konutun, çiftliğin, iş araçlarının sahibi olur; birincisine göre, "emekçi halk" evlerin, fabrikaların ve iş araçlarının ortaklaşa sahipleri olarak kalırlar, ve onların maliyeti tazmin edilmeksizin en azından geçiş döneminde bireyler ya da birlikler tarafından kullanılmalarına pek izin vermezler. Tıpkı, toprak mülkiyetinin ortadan kaldırılması toprak rantının ortadan kaldırılması değil, ama daha değişik bir biçimde olmakla birlikte, topluma devredilmesi gibi. Bütün iş araçlarına emekçi halk tarafından elkonması, dolayısıyla, hiç bir şekilde kira ilişkisinin alıkonmasını dıştalamaz. 

Genel olarak sorun, iktidara geldiği zaman proletaryanın iş araçlarına, hammaddelere ve geçim araçlarına zor kullanarak elkoyup koymaması, ya da tazminat ödeyip ödememesi, ya da sözkonusu mülkü küçük taksit ödemeleriyle geri satınalıp almaması sorunu değildir. Böylesine bir sorunu önceden ve bütün durumlar için yanıtlamaya çabalamak ütopyacılık olacaktır; ve ben bunu başkalarına bırakıyorum. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.